27 Şubat 2011 Pazar

Nasıl profesör olunur (3)


Taraf, 27 Şubat 2011
13 Şubat 2011 tarihli Radikal İki’de yayımlanan “Nasıl Profesör Olunur” başlıklı yazıma Feride Acar 20 Şubat 2011 tarihli Radikal İki’de cevap verdi. Acar’ın cevabına cevabımdır.
Acar’ın döne döne tekrar ettiği ilk iddia; yazımda kendisine hakaret ettiğim. Yazımı yeniden, defalarca okudum. Tabii ki hakaret filan yok; zaten Acar da şurada hakaret var demek yerine, genel bir “hakaret var” iddiasına sığınmayı tercih etmiş. Hakaret etmedim, etmeyi aklımın ucundan geçirmedim demekten başka yapabileceğim bir şey yok. Aslında, profesörlük başvuru sürecimde yaşananları kamuyla paylaşırken en çok dikkat ettiğim husus, hakaret etmek filan şöyle dursun, kesinleşmemiş, ispatlanamaz herhangi bir bilgiyi kullanmamak oldu. Tahmin edileceği üzere, kullanmış olduğum bu türden ispatlı bilgiden çok daha fazlası çeşitli kanallardan tarafıma ulaştırıldı. Bunların bir tekini bile kullanmaya tenezzül etmedim.
Acar’ın ikinci iddiası; akademik nitelikli bir süreci siyasi bir kavganın parçasıymış gibi gösterdiğim. İdarenin somut, belgeli işlemlerini ve jüri üyelerinin belgeli ifadelerini aktardığım için bir şeyi başka bir şeymiş gibi göstermekle itham edilmem tuhaf, Feride Acar da bilir; Bazı durumlarda facts speak for themselves. Acar inanmayabilir ama basit bir amacım var aslında: Maruz kaldığım haksızlığı duyurmak ve tekrarını önlemek. Derdim, işi siyasi bir kavganın parçası kılmak olsaydı, bunu yapmak hakikaten kolaydı. Bilhassa uzak durdum, halen de uzak duruyorum.
Acar’ın üçüncü iddiası; atama süreçlerinin ODTÜ’de şeffaf süreçlerle gerçekleştiği şeklinde. Bu iddianın gülümsettiği tek ODTÜ’lü olmadığıma eminim. Acar’a ODTÜ’de işler şeffaf görünebilir. Ama benim sorularım da baki: Bu nasıl şeffaf bir süreçtir ki Sosyoloji Bölümü başkanının önerdiği on profesörden tek birine dahi jürimde görev verilmedi de şahsıma yönelik husumeti malum profesörler jürimde yer aldı; bu nasıl şeffaflıktır ki, profesörlük için yaptığım her iki başvuruda da jüri oluşturulma sürecinde bölüm başkanlığı devreden çıkarıldı.
Acar’ın kuvvetle sarıldığı dördüncü iddia da; ODTÜ aleyhine açmış olduğum davayı kaybetmiş olduğum bilgisini gizlediğim şeklinde. Acar unuttu sanıyorum: Temyiz, yargı işinin asli bir parçasıdır ve İdare Mahkemesi’nin aleyhime almış olduğu karar Danıştay’da temyiz edilmiş durumda. Demek ki, ortada tamamlanmış bir hukuki süreç yok. Kaldı ki, almış olduğum hukuki tavsiye, mahkemelerce oluşturulmuş bilirkişi raporlarının yargı süreci devam ederken eleştirilmemesi gerektiği şeklinde. Acar’a bu tavsiyeyi veren olmamış anlaşılan.
Acar’ın mezkûr bilirkişi raporuna atfen serdettiği “daha önce başka isimle yayımlanmış bir yazıyı kendi adımla yeniden bastırdığım” şeklindeki vahim iddia için söylemek istediğim tek şey şu: Ayıptır. Bir arkadaşımın daha önce internette yayımlanmış bir yazısını baz alarak yazdığımız ve her ikimizin de yazarı olarak göründüğü bir metin için bu türden çirkin bühtanlarda bulunmak yakışmıyor. Acar da pekâlâ biliyor ki, yazı yazabilmekle ilgili bir sorunum olmadığı gibi bu türden pespayeliklerle işim olmaz.
Acar’ın bir iki kez tekrarladığı şu etik meselesini konuşmanın da yeri olsa gerek. Anlaşılan Acar ve arkadaşları yazılarımda görülen ve benim de telaffuz ettiğim tekrar meselesinin bir akademik etik ihlali olduğuna kanaat getirmişler. Burada yapmaları gereken tek şey şu olsa gerek: İddialarını ilgili mercilere taşımak. Böylece herkes eteğindeki taşları dökme fırsatını bulmuş olur. Hazır sözü açılmışken, etik meselesine bir katkı da benden olsun. Bildiğim kadarıyla bu işlerdeki temel etik ilke, çıkar çatışması ya da çakışması olan kişilerin jürilerinde yer almamak şeklindedir.
Acar’ın “jürimde görev yapan profesörler, ilgili bilim alanından seçilmedi iddiama” karşı ortaya koyduğu “Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde görevli sosyoloji profesörüyüm” karşı-iddiasını doğrusu anlayamadım. İlgililere sordum onlar da anlayamadı. Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde bir sosyoloji anabilim dalı olmadığına göre bu mümkün görünmüyor. Ancak burada esas mesele tabii ki bu değil. Esas mesele şu: ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde çok sayıda profesör varken ve Sosyoloji Bölümü Başkanı da bunlardan beşinin ismini rektörlüğe önermişken niye, nasıl oldu da Siyaset Bilimi Bölümü’nden iki profesör jürime seçildi? Mesele bu! Seçilen profesörlerin çalıştığım alanın uzmanı olduğu söylenemez çünkü bizzat Acar, jüri süreci devam ederken Rektörlüğe gönderdiği dilekçede dosyamı değerlendirebilmek için ilgili ulusal ve uluslararası literatürü taraması gerektiğini bildirmiş; benzer beyanda bulunan başka bir profesör jürimden çekilirken, Acar bu beyanın üzerinden bir ay bile geçmeden raporunu teslim etmiştir.
Acar’ın doçentlik derecemle ilgili kafa karıştırmaya matuf beyanları için söyleyeceğim şu: Doçentlik için yeterli olup olmadığımı doçentlik jürimde görev yapan yakın arkadaşlarına sorabilir.
Acar’ın esas iddiası ise akademik performansımın profesörlük için yetersiz olduğu yolundaki kanaatinin iki esaslı akademik gerekçeye dayandığı şeklinde. Buna göre, Kürt meselesi üzerine yapmış olduğum yayınlarım doktora tezimin tekrarından ibaret, Kürt meselesi haricindeki yayınlarımsa ulusal ve yan-bilimsel dergilerde yayımlanmış olduğu içindir ki Acar akademik performansımın profesörlük için yetersiz olduğuna kani olmuştur. Aslında, meselenin esası tam da bu: Her iki akademik gerekçenin tümden mesnetsiz olmasındadır ki, profesörlük başvurumun akademi-dışı mülahazalarla reddedildiğini savunuyorum.
İlk gerekçeyle başlayayım. Acar’a göre, Kürt meselesi üzerine yaptığım bütün yayınlar 1994′te tamamladığım doktora tezimden türetilmiş, orijinal olmayan çalışmalardır. (“Mübarek, nasıl bir doktora tezi yazmışsam on beş senedir beni idare etmiş” deyip övünmek de var ama…). Şimdi, Kürt meselesi üzerine yazdıklarımı doğru düzgün okuyan birisi bu iddianın mesnetsizliğini hemen fark edecektir. Devlet Söyleminde Kürt Sorunu başlığıyla kitaplaştırmış olduğum doktora tezim, adından anlaşıldığı üzere devletin Kürt meselesine dair dilini ve algısını inceliyor ve dönem itibarıyla da 1980′e kadar olan zamam kapsıyor. Kürt meselesi üzerine yaptığım diğer yayınları okuyan biriyse şunları hemen görecektir. Bu yeni çalışmalarda, 1. Devletin 1980 sonrası algısını, 2. Devlet dışı aktörlerin (sol, milliyetçilikler, sıradan yurttaşlar) meseleyi nasıl algıladığını, 3. Devletin Kürt meselesi etrafında takip ettiği ve Kürtlerle de sınırlı kalmayan vatandaşlık uygulamalarını 4.2000′lerin başında Kürt meselesinin seyrinde yaşanan büyük kopuşu analiz etmeye çalıştım. Dolayısıyla, Kürt meselesi üzerine yaptığım yayınları doktora tezimin referanslarının şişirilerek tekrar edilmesinden ibaret görmek için hakikaten ya izan duygusunu kaybetmiş olmak gerekir ya da özel mülâhazalara sahip olmak.
İkinci gerekçeye gelince, öncelikle, Acar’ın burada yapmış olduğu revizyonun altını çizmek isterim. Kürt meselesi haricindeki yayınlarım için Acar’ın jüri raporundaki tesbitleri esas olarak şunlardı: “Yeterince çeşitlenmiş değil” ve “hakemli olmayan dergilerde yayımlanmıştır”. Oysa şimdi, Acar bu iki gerekçeden vazgeçip, bunlar ulusal ve yarı bilimsel yayınlardır demeyi tercih ediyor. Önce bu revizyona neden mecbur kalındığını açıklayayım. Radikal İki’de yayımlanan yazıda da gösterdiğim gibi Kürt meselesi üzerine olmayan çok sayıda yayınım var ve dolayısıyla yayınlarımın çeşitlenmemiş olduğu iddiası doğru değil. Kürt meselesi üzerine olmayan yayınlarım şunlar: “Yurttaşlığın Diyalektiği, Yurttaşlığın Trajedisi”, “İmparatorluk: Eksik Bir Manifesto”, “Yurttaşlık ve Türklük”, “Sendikalar ve Kadın Sorunu: Kurumsal Gelenekler ve Cari Zihniyetler”, “Radikal Demokrasiden Liberal Demokrasiye: Geçiş(sizlik)ler”, “Tarihsel Materyalizmden Hegelyan Diyalektiğe, Hegelyan Diyalektikten Postmodern Farka: Orhan Pamuk Romanları”, “Türk Tarih Yazımında Türk Tarih Tezi”, “Bilginin Sosyolojisi, Sosyolojinin Bilgisi”, “Kemalizm ve Hegemonya:?”. Yayınlar bunlar ve başlıklar da gösteriyor ki Kürt meselesi haricinde yurttaşlık, kadın sorunu, demokrasi kuramları, Kemalizm, edebiyat incelemesi gibi çeşitli alanlarda yayınlarım var. Bu yayınların ikisiToplum ve Bilim, biri Amme İdaresi Dergisi, biri Feride Acar’ın da hakemleri arasında olduğu Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, biri de İletişim Yayınları’nın referans mahiyetindeki Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce dizisinde yayımlanmış. Şimdi, Türkiye’de sosyal bilimlerle ucundan kıyısından haşır neşir olan birisi bile bilir ki bunlar memleketin ender hakemli ve saygın yayınlan arasındadır. Nitekim, durum bu olduğundadır ki, Feride Acar da “Kürt meselesi haricindeki yayınları hakemli olmayan dergilerde yayımlanmış” iddiasından vazgeçmiş görünüyor. Bu kez de diyor ki, “Kürt meselesi haricindeki yayınlan ulusal dergilerde yayımlanmış yan-bilimsel çalışmalardır”. Kürt meselesiyle ilgisi olmayan “Citizenship and Ethnicity” başlıklı yazımın yayımlandığı Middle Eastern Studies Acar nazarında ulusal yayın olmuş gitmiş. Yarı-bilimsellik iddiasına gelince. Pek çok kez basılmış, çokça okunmuş, hakem onayından geçmiş ve hem ulusal hem de uluslararası çokça atıf almış yayınlar için yarı-bilimsel sıfatını kullanmak da izan duygusunun yitirilmesiyle alakalı olsa gerek. İyi bir sosyal bilimci, akademik cemaatin belirgin bir biçimde onayladığı yayınlar için “yarı-bilimseldir” gibi cüretkâr iddialarda bulunmaktan uzak durmak gerektiğini bilir.
Feride Acar’ın “yetersizlik” için gösterdiği akademik gerekçelerin mesnetsizliğini bir kez daha gosterebildim sanıyorum. Son olarak, bu mesnetsizlikten dolayıdır ki, Acar’ın yetersizlik tartışmasının açılmasından şikâyet etmeye hakkının olmadığını düşünüyorum. Niyetim, Acar’a yönelik genel bir yetersizlik iddiasında bulunmak değil, beni yetersizlikle itham edenlere cevap vermekti.
Hâl budur!
Mesut Yeğen

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder