2 Mart 2011 Çarşamba

ADRES DEĞİŞİKLİĞİ

Bu adreste devam ediyoruz

http://ayrimaugradim.org/


İki yudum biraya 'sarhoşluk' cezası

Milliyet, 2.3.2011
ANTALYA’da açık alanda denize karşı bira içen 2 arkadaşa, kanlarında 0.50 promilden daha düşük miktarda alkol çıkmasına rağmen 75’er lira ’sarhoşluk’ cezası kesildiği öne sürüldü. Biralarından henüz iki yudum almışken alkolmetreyi üflemek zorunda kaldıklarını belirten Mahir Güven, "Yaşam alanlarının daraltığını hissediyorum" dedi.
Geçen Cumartesi akşamı iki eski arkadaş 32 yaşındaki Zafer Ülker ve 36 yaşındaki Mahir Güven, yıllar öncesinden bir geleneği devam ettirerek tarihi Kaleiçi semtindeki Yat Limanı’nda bulunan amfitiyatroda bira içmeye indi. Büfeden aldıkları birer biradan iki yudum alan gençlerin yanına gelen polis, kimliklerini aldı. O sırada tiyatroda bulunan yaklaşık 20 kişinin de kimlikleri toplandı. Muratpaşa İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı polis memurları daha sonra ekip otosunun yanına çağırdıkları kişilere alkolmetre üfletmeye başladı. Alkolmetreye üflemeyi reddedenler kan testi için hastaneye götürülürken, Güven’de 0.22 promil, arkadaşı Ülker’de ise 0.34 promil alkol çıktı. Polis, 5 bin 326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun ’Şarhoşluk’ başlıklı 35’inci maddesinden gençlere işlem yaptı, kişi başı 75 TL ceza kesti.
DİREKSİYONDA CEZASI YOK
Antalya’da iç mimar olarak görev yapan Zafer Ülker, ilgili maddenin sarhoş olarak başkalarının huzur ve sükununu bozacak şekilde davranışlarda bulunan kişilere uygulandığını ve hatta bu maddede alkolün etkisi geçene kadar kişinin gözetim altında tutulması gerektiğini kaydetti. Zafer Ülker, "Böyle bir şeyle karşılaştığım için hâlâ şoktayım. Araç kullanırken denetime girseydim 0.50 promile kadar hakkım olacaktı" dedi. Kaleiçi’nde bira içmenin arkadaşlıkları için bir gelenek olduğunu belirten Ülker, şunları söyledi:
"Mahir bana geldi. Evde akşam yemeği yedik ve birer bira içtik. Ardından şarkılar dinledik, eskilerden ve yenilerden konuştuk. Daha sonra bizim arkadaş çevremizde adetten saydığımız, bizim için bir gelenek olan Yat Limanı’na inip, deniz kenarında birer bira daha içip keyif yapalım dedik. Bir geleneği devam ettirmek için evden çıktık. Kaleiçi’nin eski ve dar sokaklarını da turlayarak Yat Limanı’ndaki büfeye geldik ve bölgedeki açık tek büfeden birer bira alarak amfitiyatroya geçtik. Sonra da cezayı yedik."
"YAŞAM ALANLARI DARALTILIYOR"
Ziraat mühendisi olan Mahir Güven ise "Artık 2011’in Türkiyesi’nde rahat rahat sokaklarda kendinizi ifade edebilecek yaşam alanlarının daraltıldığını hissediyorum" dedi. Uygulamayı polisin yaptığı rutin bir kimlik kontrol olduğunu sandıklarını söyleyen Mahir Güven, "Tiyatrodaki herkesin kimliklerini toplayan polis, 15- 20 dakika geçmesine rağmen hiçbir işlem yapmadı. Biraz daha bekletildikten sonra polisler, ekip arabasının arkasından alkolmetreyi çıkartarak herkesi sıraya dizdi. Saat 21.00 sıralarında ise herkes alkolmetreyi üflemek zorunda bırakıldı. İtiraz edenler hastaneye götürüldü. Bu çağda böyle manzara olur mu?" diye konuştu. Gençler, polisin kestiği cezaya karşı dava açmaya hazırlanıyor.
Yürürlükte olan 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 35’inci Maddesi’nde, "Sarhoş olarak başkalarının huzur ve sükununu bozacak şekilde davranışlarda bulunan kişiye, kolluk görevlileri tarafından 75 Lirası idari para cezası verilir. Kişi, ayrıca sarhoşluğun etkisi geçinceye kadar kontrol altında tutulur" deniliyor.
Kabahatler Kanunu’nun ’Sarhoşluk’ Başlıklı 35’inci maddesi:
Sarhoşluk
MADDE 35.- (1) Sarhoş olarak başkalarının huzur ve sükununu bozacak şekilde davranışlarda bulunan kişiye, kolluk görevlileri tarafından elli Türk Lirası idarî para cezası verilir. Kişi, ayrıca sarhoşluğun etkisi geçinceye kadar kontrol altında tutulur.

Akademik sansürde devlet-akademi işbirliği


Radikal, 02/03/2011

DİLEK KURBAN

Akademisyenlere devlet memuru sıfatı verilerek memuriyetleri bilim insanı kimliklerinin önünde tutuldu.
Türkiye’de akademinin devlet üniversiteleri aracılığıyla kurulmuş olması, üniversite ile devlet arasında organik ve ideolojik bir bağ kurulmasını sağlamıştır. Öyle ki, akademisyenlere ‘devlet memuru’ sıfatı verilerek memuriyetleri bilim insanı kimliklerinin önünde tutulmuştur. Herhangi bir kamu kurumunda çalışan bir memurdan farklı addedilmeyen öğretim üyelerinden devlete biat etmeleri beklenirken, üniversite yönetimleri de amacın hasıl olmasının garantörleri olarak polislik rolünü üstlenmişlerdir. 
Bu durum, üniversitelerin işyeri gibi yönetilmesine, ideolojik olarak devlete yakın duran yöneticilerin akademik kadroya siyasi baskı ve sansür uygulamalarına, belirgin bir siyasi pozisyonları olmayıp da sahip oldukları mevkii bir iktidar aracı olarak gören yöneticilerinse öğretim kadrosu üzerinde tahakküm kurmalarına olanak sağlamıştır. Çoğu devlet üniversitesini birer kamu kurumuna, akademisyenleriyse memura dönüştüren bu sistemin bekçileri yine akademisyenlerdir. Devletle üniversiteler arasındaki mesafesizlik, öğretim üyeleri ve üniversite yöneticilerinin siyasi, ideolojik veya kişisel nedenlerle hazzetmedikleri meslektaşlarını akademik etiğe aykırı davranmakla, gayribilimsel veya siyasi olmakla suçlayarak kolayca yaftalamalarını sağlamış, üniversiteler içerisinde küçük iktidarlar oluşmasına yol açmıştır.

Bir iktidar adacığı 
2004 senesi. 1990’larda binlerce köyü boşalttığını, milyonlarca Kürt sivili yerinden ettiğini yıllarca reddeden devlet, sorunun varlığını daha fazla inkâr edemez. AB ve BM’nin baskısı sonuç verir; hükümet, zorla göç mağdurlarının sayısını, koşullarını, devletten beklentilerini saptamaya yönelik bağımsız bir araştırma yaptırmayı kabul eder. DPT’nin açtığı kamu ihalesini, nüfus araştırmaları konusunda Türkiye’nin en yetkin akademik kadrosuna sahip Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü kazanır. Enstitü, niceliksel ve niteliksel olmak üzere iki ayağı olup, 14 ilde uygulanan ‘Türkiye Göç ve Yerinden Olmuş Nüfus Araştırması’nı (TGYONA) 2004 sonlarında başlatır. 
Aynı tarihlerde, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) da ‘zorunlu’ Kürt göçüne ilişkin bağımsız bir çalışma başlatır. TESEV’in Demokratikleşme Programı bünyesinde 5 akademisyenden oluşan bir araştırma grubu kurulur. Saha araştırması niteliksel yöntemle dört ilde gerçekleştirilen araştırma, literatür taraması, dünya örnekleri incelemesi ve hükümet politikalarının analizini içerir. Grubun üyelerinden biri, HÜNEE öğretim üyesi ve TGYONA ekibi mensubu Doç. Dr. Turgay Ünalan’dır. Ünalan’ın TESEV çalışmasına katkısı, literatür taraması ve dünya örneklerinin incelenmesi ile sınırlıdır. 
TESEV grubu, 19 aylık araştırmanın ön bulgularını, Ekim 2005 tarihli bir raporla kamuoyuna duyurur. DPT Müsteşarlığı, üzerinde Ünalan’ın da ismi olan raporun yayımlanmasından birkaç gün sonra, Hacettepe Rektörlüğü’ne, TESEV raporunu eklediği bir yazı gönderir. Rektörlük, işvereninden gelen mesajı alır, Ünalan hakkında soruşturma başlatır. Tam 13 ay sürecek soruşturma süresince, Ünalan HÜNEE’deki idari görevlerinden ve TGYONA’dan uzaklaştırılır. Sonuçta 1/30 oranında maaştan kesme cezası alan Ünalan, açtığı davadan da sonuç alamayınca, üniversiteden ayrılmaya karar verir. BM’den aldığı iş teklifi üzerine, Türkiye’den de. 
Türkiye’nin en yetkin demograflarından birisinin ülkeden ayrılmasına neden olan olaylar, bir devlet kurumu olan DPT’nin, bağımsız bir akademik araştırma yapılması amacıyla açtığı kamu ihalesini kazanan üniversitenin rektörlüğüne, o üniversitedeki bir öğretim üyesini şikâyet etmesiyle başladı. DPT’nin hesabını sorduğu, sadece Hacettepe’ye verdiği para değildi elbette; o paranın ima ettiği biattı da aynı zamanda. Öte yandan, sorumluluk sadece DPT’ye ait değil. Asıl sorun, akademik özgürlüğü gerekçe göstererek öğretim üyesini korumak yerine, onu temelsiz suçlamalara dayanan bir soruşturmaya tabi tutan rektörlük ve enstitünün tutumunda.