25 Şubat 2011 Cuma

IRKÇI 'MAĞDURİYET' HİKAYELERİ

Birgün Forum, 15 Şubat 2007 
ELİF KALAYCIOGLU
Türkiye'de baskın Kürt politik kimliğinin oluşmasında etken ortak hafızalar, algılar ve anlamlar üzerine olan lisans tezimi savunurken, Türk milliyetçiliğinden çok da haberdar olmayan Hindistanlı bir hocam milliyetçi algı ve anlamlara haksızlık edip etmediğimi, bu milliyetçiliğin yeniden tanımlanamayacak kadar umutsuz bir durumda olduğundan emin olup olmadığımı sormuştu. O zaman "Kürt sorunu" özelinden yola çıkarak devletin kırmızı çizgilerini insandan daha önemli sayan ve bunu Türklere ait bir Türkiye üzerinden yapan bir ideolojinin birlikte yaşamayı herkes için anlamlı bir hale getirecek şekilde dönüştürülmesinin çok zor olduğunu düşündüğümü söylemiştim.
Hrant Dink cinayeti sonrasında gündeme gelen ırkçı web sitelerine baktığımda ve milliyetçi söylemlerle ırkçı söylemlerin nasıl iç içe girdiğini gördüğümde, az bile düşündüğümü fark ediyorum.
Sayısı kabarık olan bu sitelerin aynı zamanda Türk gençlerinin "ırkdaşları" ile sohbet edebileceği forumları mevcut. Zaten gazetelere yansıyanlar da genellikle bu forumlardaki "fikir" paylaşımlarından enstantanelerdi. Bu sitelerin saldırgan, tehditkâr ve her an öldürmeye/zarar vermeye hazır hali ile ilgili uyarıda bulunmak isteyen medya organları, haberlerinde ağırlığı bu tür söylemlere verdi. Ancak, ırkçı forumlarda bir o kadar mevcut bir başka tema ise Türk ırkının saldırı altında ve Türkiye'nin iç ve dış istila altında olduğu. Dış istilayı bir kenara bırakacak olursak, forumlarda anlatılanlar, "Türk"lerin Türkiye'deki zor hayatından dem vuran ırkçı "mağduriyet" hikâyeleri.
HANİ TÜRKİYE TÜRKLERİNDİ?Irkdaşlarıyla büyük bir öfke ve nefret çerçevesinde Türklüğe düşman öğelerden - Ermeniler ve Kürtler başta olmak üzere - konuşan gençler, aynı zamanda Türklüğün elden gittiğinden dem vuruyor. Forum katılımcıları, Atatürkçülük ve milliyetçilik hakkında konuşmanın ayıp sayıldığı, pazarlardan minibüslere bütün iş alanlarının Kürtler tarafından işgal edildiği, aslını inkâr eden ve bu bağlamda en hainler arasında sayılması gereken Türklerin sayısının gittikçe arttığı bir dönemde Türkçü olmanın zorluklarından bahsediyor.
Peki, Hrant Dink'in "Öldürdüm Ermeni"yi" diye bağırılarak öldürülmesinden önce de biz Türklüğü aşağılamanın suç sayıldığı, resmi devletçi-milliyetçi ideolojiye karşı çıkışın vatan hainliğiyle eş tutulduğu ve linç olaylarının sık-laştığı bir Türkiye'de yaşıyorduysak eğer, bu mağduriyet de neyin nesi? İddia edilen mağdurluk veya sebep olduğu şiddet hangi söylemlerin, verilmiş hangi sözler üzerine iddia edilen hangi hakların dışavurumu?
Salur Beğ mahlasıyla yazan bir kişinin, hemen her Türkçü sitede yer alan "Türküz, Türkçüyüz, Atatürkçüyüz" başlıklı yazısında, Türkçülerin ve Türk milliyetçilerinin mağduriyetinden bahsederken, özlemle andığı dönem Cumhuriyetin kurulması sırasında ve hemen sonrasındaki mücadele dönemi. Salur Beğ'e göre Atatürk'ün ölümünden sonra itibarını kaybeden Türkçüler horlanan bir grup haline geliyor.
Son zamanlarda her şeye rağmen Türkçülüğün toparlanmaya başladığı tespitini yapan Salur Beğ'in bize ilk hatırlattığı ve yazısını bitirirken büyük harflerle tekrarladığı cümle ise "Türkiye Türklerindir!"
Ve elden giden işte tam da Türkiye'nin Türklere ait olmasıdır. Mesela bu vatanın her yeri Türklere ait iken ve Türk olmayanların tek hakkı hizmetçilik iken, bir bakıyoruz semt pazarlarını Kürtler istila etmiş. Pazarları istila etmekle kalmamışlar, toptancılara hakimiyet kurmuş, tatil beldelerimizde oteller açıyorlar. Bunlar yetmezmiş gibi, devleti ele geçirmek üzere her aşiret mutlaka bir mensubunu avukat, savcı, vali, kaymakam, bürokrat, asker, polis, öğretmen, doktor, hâkim gibi konumlara yerleştiriyormuş.
Türkçülerin bu konuda bir kısmını uyguladıkları ve hepsini şiddetle savundukları çözüm önerileri ise, Kürtlerden kesinlikle alışveriş yapmamak, Türk ırkı ve devletine hayırlı olması için tamamen Türk olan bir sebze-meyve pazarı kurulması ve bu ülkede para kazanmayı hak etmeyen Kürtlerin gene bu işleri yapmaları ancak para kazanmamaları. Durum tespitlerinden ve çözüm önerilerinden de anlaşılacağı gibi "Durum her yerde aynıdır, Kürtler ülkemizi işgal etmekte".
Bir dursak ve düşünsek: Kim vatandaşı olduğu bir ülkeyi işgal edebilir ya da kendi vatandaşı tarafından işgal edilebilen bir ülke nasıl bir şeydir? Bu ülke ve ülkeye dair tüm haklar -barınma, istihdam, siyasi temsil- Türklerindir anlayışı mevcutken ve bir kısım vatandaş işgalci olarak görülürken, bu kesimlerden nasıl bir aidiyet talep edilebilir?
Kentsel yoksulluk üzerine yapılan çalışmaların yoksul, yoksun ve ayrımcılığa uğrayan Romanlar ve Kürtler gibi gruplar olduğunu gösterdiği, işverenlerin ve ev sahiplerinin etnik ve dini nedenlerle ayrımcılık yaptığının bilindiği bu durumda, ülke işgal altında denildiğinde ifade edilen aslında kendisinden farklı olana tahammülsüz ideolojilerin kendilerini işgal altında hissettiği.
'MAĞDURİYETSİZ' BİR GELECEK...Bu noktada belki de sorulması gereken temel soru Türkiye'nin geleceğini hangi Türklerin belirleyeceği değil de, bu ülkenin geleceğini belirlemek için alternatif bir üst kimlik (mesela Türkiyeli) oluşturulmasının mümkün olup olmadığı. Çünkü Türkiye geleceği sadece "Türk ırkı" tarafından belirlenen bir ülke olmaya devam ettikçe bu geleceğin bir parçası hep milliyetçi ve/veya ırkçı söylemler tarafından belirlenecek, Türk olmayan ve ülkenin siyasi, kültürel ve ekonomik hayatına dahil olmak isteyen gruplar ise hep işgalci "ötekiler" olarak algılanacak.
Türklere ait olduğunu öğrenerek büyüdüğümüz bu ülkenin eşit vatandaşlık ilkesi üzerine kurulu ve farklı aidiyetlerin rahatça ifade edilebileceği bir ülke haline gelmesi sürecinde fark etmemiz gereken ilk noktalardan biri, bulunduğumuz noktanın temel bir eşitsizlik noktası olduğu. Söylenen her şey bu mevcut eşitsizlikler, önyargılar ve saldırganlıklar çerçevesinde algılanmalı, egemen unsurun hak talepleri ile azınlıkların, ötekileştirilenlerin hak taleplerinin bağlamlarının aynı olmadığı görülmeli. Ülke üzerinde mutlak hak iddia etmekle eşit vatandaşlık talep etmenin aynı şey olmadığı fark edildiğinde, belki bir kısım "mağduriyef'in aslında öyle olmadığı da anlaşılacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder